O Masadaki Yabancı

Arda, “Eski bir iş arkadaşımla buluşacağım, sen de gelmek ister misin?” diye sorduğunda, sesindeki o hafif tereddüdü fark etmemiştim. Aksine, beni hayatının her alanına dahil etmesini seviyordum. Bu yüzden, en sevdiğim elbisemi giyip Eski Liman Kahvecisi’nin yolunu tutarken içimde sadece saf bir heyecan vardı.

Masaya vardığımda, Arda’nın karşısında oturan kadını gördüm. Elif. İnce, zarif, yüzünde zeki bir tebessüm olan bir kadındı. Bize “iş arkadaşı” denmişti ama aralarındaki havanın bir toplantıdan çok daha fazlası olduğu ilk saniyeden belliydi. Yine de kendimi teselli ettim. “Eski arkadaşlar,” diye fısıldadı içimdeki ses, “sadece çok samimiler.”

Sohbetin ilk dakikaları, benim için bir tenis maçı izlemek gibiydi. Kelimeler, imalar ve sadece ikisinin anladığı espriler bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Arda’nın kahvesini nasıl içtiğinden, üniversitede ne kadar inatçı olduğuna kadar uzanan bir anılar silsilesi… Elif anlatıyor, Arda ise hem suçlu hem de gururlu bir tebessümle onu dinliyordu. Ben o masada bir seyirciydim; onların geçmişine açılan bir pencereden bakan bir yabancı.

 

“Siz çok yakın arkadaş olmalısınız,” dedim, sohbete dahil olmaya çalışan zayıf bir çabayla.

Elif’in bakışları benim üzerimde durdu. Gözlerinde acıma ve belki de biraz küçümseme vardı. “Biz Arda ile birbirimizin… tamamlayıcısıydık diyelim,” dedi. Sonra Arda’ya döndü. “Değil mi?”

Arda boğazını temizledi, bana bakmaktan kaçınıyordu. “Elif abartmayı sever,” dedi sadece. O an, mideme hafif bir kramp girdi. “Abartmak” kelimesi o kadar yetersiz, o kadar sahteydi ki…

Ortadaki gerginliği dağıtmak istercesine telefonumu çıkardım. “Aaa, bak Arda, geçen hafta çektiğimiz fotoğrafı ne güzel düzenlemişim,” dedim neşeyle. Ekranda ikimizin, sahilde kahkahalarla gülen yüzü vardı. Bizim dünyamız. Benim dünyam.Telefonu Arda’ya doğru uzattığımda, gözümün ucuyla Elif’e baktım. Ve o an, zaman durdu. Devamı Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.

Bu yazı 10 kez görüntülendi. Şu anda 1 kişi okuyor.